Aristoteles 20 yıl boyunca Platon’un akademisinde öğrenciydi. Atinalı değil Makedonyalı olan Aristoteles, Platon 61 yaşında iken akademiye katılmıştı. En çok ilgilendiği şey doğaydı.
Aristoteles, Platon’un, Platon da Sokrates’in öğrencisiydi. Dolayısıyla bu büyük düşünürler bir zincirin halkalarını oluşturur. Dahilerin genellikle ilham veren bir hocası olmuştur ancak bu üç düşünürün düşünceleri birbirinden çok farklıydı.
Platon’a göre en yüksek gerçek, akıl aracılığıyla düşündüğümüz şeydir. Aristoteles ise en yüksek derecedeki gerçeğin duyularla algılanan ya da duyumsanan şeyler olduğundan emindir. Platon etrafımızda, doğada gördüklerimizi idealar dünyasında ve dolayısıyla insan ruhunda var olanların yansımasından ibaret sayar. Aristoteles tam tersi görüştedir: İnsan ruhunda bulunan şeyler, doğadaki varlıkların bir yansımasıdır. Aristoteles’e göre Platon insan tasavvurlarını gerçek dünyayla karıştıran mitsel bir dünya görüşüne takılıp kalmıştır.
Aristoteles’e göre bütün düşünce ve fikirlerimiz görüp duyduğumuz şeylerden geçerek bilincimize gelmiştir. Ama bir de doğuştan gelme aklımız var. İnsanın doğuştan gelme bir aklı olduğu görüşüne karşı çıkmadı Aristoteles. Tersine, akıl insanın en önemli niteliğidir. Ama bir şey duyumsamadığımız sürece aklımız bomboştur. Yani insan doğuştan gelme fikirlere sahip değildir.
Platon’un tüm idealar öğretisi karşısındaki tutumunu bu şekilde kesinleştiren Aristoteles daha sonra gerçekliğin tek tek şeylerden oluştuğunu ve bu şeylerde biçim ve maddenin bir bütün halinde bulunduğunu belirler. Madde bir şeyin yapıldığı malzemedir, biçim ise o şeyin kendine has özelliklerini ifade eder.
Platon oturduğu yerden felsefe yapmaktan hoşnut olabilirdi ama Aristoteles duyularımızla deneyimlediğimiz gerçekliği keşfetmek istiyordu. Hocasının Formlar Teorisini reddetmiş, bunun yerine, herhangi bir genel kategoriyi anlamanın yolunun, onun tikel örneklerini incelemek olduğuna inanmıştı.